Küçük bir mahalle manavından, ihracat yapıp vergi sıralamasında üst sıralarda yer alan uluslararası şirketlerin ortak noktası ve hedefledikleri tek şey nedir?
Bundan 10 sene öncesine kadar, kârlılık veya büyüme diyorduk. Şimdi ise sürdürülebilirlik diyoruz.
Peki ama zor dönemlerde daha değerli bir şey uğruna çok önemli konfor alanlarından çıkıp birçok şeyden vazgeçtikleri / feragat ettikleri şeyler olmuyor mu?
İşletmeleri de bir kenara bırakıp daha farklı ve sert bir örnek verelim.
Ben size kartalın daha fazla yaşamak için ne yapması gerektiğini anlatayım, siz ise bir işletmenin daha fazla yaşamak için ne yapması gerektiğini hayal edin!
Kartallar, kuş türleri içinde en uzun yaşayan canlılardır. Ortalama 70 yıl ömürleri vardır. Ancak bu yaşa ulaşmak için 40 yaşına geldiklerinde çok zor ve önemli bir kararı vermek zorundadır. Yaşı 40’a geldiğinde pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve avını bu nedenle istediği gibi kavrayamaz ve beslenme problemleri ortaya çıkar.
Gagası uzunlaşır ve aşağıya doğru kıvrılır. Kanatlarındaki tüyler kartlaşır ve kalınlaşır, uçması oldukça zor bile hale gelir. Artık kartalın uçması iyice zorlaşmıştır. Dolayısıyla kartalın önünde iki seçenek vardır. Ya ölümünü bekleyecektir ya da daha uzun yaşayabilmek için zor ve sancılı bir yoldan geçecektir.
Bu yeniden doğuş süreci yaklaşık 5 ay (150 gün) kadar sürecektir. Bu yönde karar verirse kartal bir dağın tepesine uçar ve orada bir kaya duvarda, artık uçmasına gerek olmayan güvenli bir yer ayarlar ve orada kalır.
Sonra kartal gagasını oldukça sert bir şekilde sert bir yere vurmaya başlar. En sonunda vura vura kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer. Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını bekler. Gagası çıktıktan sonra bu yeni gaga ile pençelerini yerinden söker çıkarır. Yeni pençeleri çıkınca kartal bu kez eski ve kartlaşmış tüylerini tek tek yolmaya başlar. 5 ay sonra kartal, kendisine 20 yıl veya daha uzun süreli bir yaşama merhaba diyecek meşhur yeniden doğuş uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.
Her bir bireyin, işletmenin ya da oluşumun temel amacı sürdürülebilir olmak ve var olmaya devam etmektir. Bazen az kâr etmeniz veya sert önlemler alarak iyice küçülmeniz gerekebilir. Tek amaç, sancılı bir süreçten geçip acıya katlanarak bile olsa var olmaya devam etmektir.
Lafı uzatmadan bunun en iyi yöntemi nedir diye soralım.
Cevap aslında son derece basit.
Risk Analizi ve Yönetimi…
Aslında, günümüzden yaklaşık 250 bin ila 40 bin yıl önce yaşamış insanlardan olan Neandertal’lerden günümüze kadar farkında olarak ya da olmayarak her canlı veya işletme tüm risklerini yönetmeye çalışmaktadır. Kimisi bunu daha iyi, daha profesyonelce yaptığı için risk ve tehlikeleri görerek ve gerekli önlemleri alarak yaşamaya devam ediyor. Kimisi ise yeterince iyi veya zamanında yönetemediği risklerinden dolayı oldukça sıkıntı yaşamaktadır.
Gerçeği söylemek gerekirse, sınırlı kaynaklar, tüm dünyada yaşanan oldukça yoğun rekabet, yaşamın her alanında aniden karşımıza çıkan ve gittikçe artan riskler nedeniyle 21.yy, risklerini öngören, belirleyen ve değerlendiren, riskin gerçekleşmesini önleyici tedbirler alan, alternatif risk transfer yollarını arayan, kısacası risklerini iyi yönetenlerin var olmaya devam ettiği bir yüzyıl olacak. 21. yy’ın ilk 20 yılında bu duruma çok yakından tanıklık ettik.
Çok uzun zamandır uğraşıp müşteri listenize dahil etmek istediğiniz dünyanın sayılı firmalarından biri ile el sıkıştınız, ancak ne yazık ki gece vardiyasında yaşanan bir infilak sonucu çıkan yangınla sadece fabrikanız değil, ihracat hayalleriniz de kül oldu.
Keşke yangın söndürme önlemleri konusunu daha ciddiye alıp daha sıkı kontrollerle yönetseydiniz. Hatta teklif aşamasında firmanızı ziyarete gelen sigorta şirketlerinde görevli risk mühendislerinin size bildirmiş olduğu önlemleri hızla yapsaydınız.
Müşteriyi her zaman merkeze aldığınızı, müşterinizin tüm ihtiyaçları hususunda gerekli tüm aksiyonları hızla aldığınızı, kısaca müşteri odaklı olduğunuzu vurgulayan tüm duyurularınız ve reklam kampanyanızın başladığı daha birkaç gün olmuşken; müşterilerinizin siparişlerini, ödemelerini ve diğer taleplerini tuttuğunuz kayıtlarınızın takip edildiği ana bilgisayar sisteminiz, o gece yağan aşırı yağmur ve çatıdan akan suların etkisiyle işyerini su basması nedeniyle hasar gördü.
Keşke çatıdaki yağmur oluklarını düzenli olarak kontrol ettirip temizletseydiniz?
Yeni tesis yatırımlarınızla, rakiplerinizden on adım öne geçmenizi sağlayacak, eski makinelerinizden 2 kat daha hızlı çalışan bir makine parkuru kurdunuz, hatta robot sistem çalışıyor. Ana üretim hattındaki basit bir makine parçasını kırılmasının yol açtığı arızanın giderilmesi için gerekli olan yedek parçanın yurt dışından en erken iki ay içinde geleceğini öğrendiniz. Tüm üretim planlarınız alt üst oldu. Gitti milyon dolarlık ciro. Gitti kazanç. Koskoca tesis, ufacık bir parça nedeniyle duruverdi.
Keşke sigortanızı yaptırırken sigortacınızın böyle bir üretim tesisi için almanızı önerdiği hatta ısrar ettiği kâr kaybı teminatını satın alsaydınız.
Keyifler tıkırında, üretim cirosu, son 3 yılın ortalama cirosunu 2 kat geçmiş. Akşam arabanın içinde ıslık çalarak eve giderken, radyoda son 20 yılın en fazla yağışlarının olacağı haberi bir kulağınızdan girdi, diğer kulağınızdan çıktı. Gece bir telefon, fabrika sular altında. Nasıl olur? diye düşünürken bir işçiniz birdenbire gerçekleri bir tokat gibi yüzünüze çarpıyor. “İşyerinin yanından geçen dere taşmış” hasar bunlar dolayı oluşmuş.
Keşke fabrikanın kurulması aşamasında size önerilen alternatif lokasyon ve güvenlik önlemlerini maliyet oluşturuyor diye ilk anda iptal etmeseydiniz.
Keşke, keşke demeden önce işletmenizde hangi risklerle karşı karşıya olduğunuzu ve bu riskleri bilmek, azaltmak, ortadan kaldırmak için neler yapmanız gerektiği konusunda gerekli aksiyonları alsaydınız.
Daha da kolayı, bu işin uzmanlarından destek alsaydınız.
Yukarıda anlattığım ve gerçek hayatta yaşanmış bu örneklerin hemen hepsi aslında gerekli hazırlıklar yapılıp, yeterli önlemler alındığı takdirde kontrol altına alınabilirdi.
Kurumlar, hangi büyüklükte olurlarsa olsunlar, günlük yaşamda birçok tehlikelerin tehdidi altındadırlar. Bir işletmenin faaliyetine kesintisiz devam etmesi; ülke ekonomisine, yatırımcıya, çalışanlarına, müşterileri ve son tüketicilerine karşı sorumluluklarını yerine getirmesi açısından son derece önemlidir. Bu faaliyetin herhangi bir şekilde kesintiye uğraması, aksaması veya durması belirtilen sosyal paydaşların aleyhine olacağı gibi, ülke ekonomisini de ciddi anlamda zora sokacaktır.
Bu yüzden, yatırımcılar, işletme içindeki liderler, yöneticiler ve hatta çalışanlar, işletmelerin faaliyetlerine ara vermeden / duraksamadan devam edebilmesi için, işletme içi veya dış tehditleri gözlemleyerek, izleyerek süreç yönetimi politikalarını belirlemelidir. Bu politikalar, karşılaşılabilecek çeşitli riskleri dikkate alan ve bu riskleri minimuma indirgeyecek bir şekilde olmalıdır.
“Yaşadığımız her an önümüzde iki seçenek vardır; gelişime doğru bir adım atmak ya da güvende hissetmek için bir adım geri kalmak.”
Abraham Maslow
Diğer taraftan;
Risk ya da riziko, TDK’ya göre, kısaca zarara uğrama tehlikesi olarak ifade edilebilir. Örneğin kumsalda yürüyorsunuz ve karşıda kırılmış bir şişe gördünüz. Bu kırık şişe parçası sizin için bir tehlikedir. Ancak görmediniz ve üzerine basmak üzeresiniz, işte o zaman sizin için risktir.
Buna göre, işletmelerin karşı karşıya olduğu riskler iki ana başlık altında toplanmaktadır.
Ticari riskler, işletmenin yönetim politikasına uygun biçimde kararlar almasına rağmen, kârını azaltacak veya başarısız olmasına neden olacak faktör (ler) e maruz kalmasıdır. Zarar gerçekleştiğinde tamamen işletme tarafından karşılanmaktadır.
Tesadüfi riskler ise, işin doğal yapısına ve akışına bağlı olmaksızın oluşan, işletme sahibinin kontrolü altında olmayan veya kontrol altına alamadığı ani, beklenmedik ve iç/dış etkilerden oluşan olayların yol açtığı risklerdir. Söz konusu bu riskler, doğal afetler sonucunda ortaya çıkabileceği gibi, insan hataları ve kasıtlı davranışlarına bağlı olarak da meydana gelebilirler. Tesadüfi riskle, ticari risk arasında en büyük fark, ticari riskte bir kaybın yanı sıra önemli bir gelir kaybının da yaşanacak olmasıdır.
Sigortacılıkta incelediğimiz risk yönetimi, yukarıda 2 ana başlık altında topladığımız risklerden sadece tesadüfi olanlarına karşı oluşturulmuş bir korunma ve kontrol sürecidir.
Bu anlamda, risk yönetimi, her seviyede risklerin işletme içinde belirli yöntemlerle ve sürekli olarak sistematik biçimde tespit etmesi, incelemesi, analiz etmesi, risklerin etkileri azaltmak için önlemler alması ve bu sürecin etkin işlemesini sağlayacak şekilde izlenmesidir.
Risk yönetim uygulamaları ilk kez, 1950’li yılların sonlarına doğru ABD’de kullanılmaya başlanmış olduğu görülmektedir. Risk yönetimi, hasarlanma olasılığı planlamasını da beraberinde getirir. Sürekli olarak “eğer olursa ne olur” sorularına yanıt aramaktadır. Yurt dışında birçok işletme içinde tepe yöneticiye bağlı risk yöneticilerinin istihdam edildiği görülmektedir.
Türkiye’de ise bu uygulamanın bulunduğunu söylemek maalesef ki mümkün değildir.
Eğer büyümeyi kafaya koyduysanız, global piyasalara açılacaksanız, aşırı sertleşen rekabete ayak uyduracaksanız yapmanız gereken en önemli şey yalnızca üretim değildir. Risk yönetimi ve planlama ilk sırada yer almalıdır. Zira üretimin en önemli hususu kesintisiz bir operasyondur.